4/02/2011

2011 yılı TV Trendleri



Kenetlendiği kral koltuğunu yıllardır bırakmayan televizyon, özellikle son zamanlarda internetin hayatımıza girmesiyle geleceği sorgulanırken, bu konuyu da kendine lehine çevirmiş gibi görünüyor. Görsel dünyada yaşanan devrimlerin de etkisiyle TV dünyası 2011 yılında hareketli bir döneme giriyor.

TV’de yaşanacak teknolojik trendler neler?

Yeni dönemde yaşanan teknolojik atılımlar ve cihaz devriminin yaşanıyor olmasından televizyonlar da nasibini alıyor. Web TV’ler ve TV’lerin mobil uygulamaları 2011 içinde her alandan TV’lere ulaşmamızı kolaylaştıracak.

Özellikle televizyon markaları arasında yaşanan rekabet en son teknolojinin tüketiciye daha hızlı aktarılmasını sağlıyor. Bu durum nispeten eski sayılabilecek teknoloji konumuna gelen ilk nesil LCD TV’ler de ki ucuzlama eğiliminin sürmesini hızlandıracak. Böylece HD TV’lerin yaygınlaşması, yeni yıl içinde satışa yansıyacak en büyük trendler arasında.

Uzun süredir devam eden plazma mı, LCD mi? Sorusuna ani bir şekilde dâhil olan LED TV’ler yaygınlaşarak pazar içinde de fark edilir atılımlar yapacak. İncelik ve renk avantajlarının LED TV’lere yeni yıl içinde doping etkisi yaratacağı gerçek. (LED=Light Emitting Diode, Işık Yayan Diyot)

LED ekranların yaygınlaşırken bir üst versiyonları, Oled TV’lerde yaşanan teknolojik gelişmeler hızlanıyor. Özellikle esnek materyallerle entegre çalışılabilen OLED ekranlar geleceğin heyecan yaratan trendlerinden. Poster görünümlü bir TV’yi, rulo halinde taşıyıp istediğiniz yerde açmaya az kaldı. 2011 içinde büyük markaların, daha büyük ve gelişmiş OLED TV’leri görücüye çıkarması bekleniyor. (OLED=Organic Light Emitting Diode, Organik Işık Yayan Diyot)

3 boyut modası hızlı bir şekilde ilerlemeye devam ediyor. Gözlüklü 3D TV’lerin yaygınlaşması ve farklı modellerin çıkması bu yıl içinde de devam edecek. Ancak 3 boyut içerikli programların aynı hızda gelişmemesi bu hızı piyasada yavaşalatabilir. 3 boyutlu TV’lerde bir standartın olmaması tüketici açısından temkinli olarak takip edilmelere yol açıyor. Ancak bu konuda yaşanacak asıl sorun Gözlüksüz 3D TV’lerin bu yıl piyasaya çıkacak olması. 2011 yılında televizyon teknolojisinde en merak edilen konulardan birinin bu olduğunu söyleyebiliriz. 3 boyut yarışında sadece TV üreticilerinin değil, Intel gibi teknoloji devlerinin de ataklarıyla heyecan vericii gelişmelerle karşılaşabiliriz. Teknoloji fuarlarında ilk örnekleri çıkan gözlüksüz izlenebilen 3 boyutlu TV’lerin elektronik mağazalarında tüketicileri kendine çekecek bir trend olması bekleniyor.

İnternet ve televizyonların bir araya gelmesi 2011 içinde giderek hızlanacak eğilimlerden bir tanesi. Bilgisayar üzerinden takip edilen TV kanallarının ve platformların kullanıcı sayısını arttırırken özellikle IP TV’lerin, hızlı internet hatlarının da yardımıyla giderek daha fazla yaygınlaşması öngörülüyor. Küçük bir bağlantı kutusunu telefon hattınıza ve televizyonunuza bağladıktan sonra internet nimetleriyle dolu televizyon devrine başlayabilirsiniz. Pilot bölge çalışmalarının ardından, bu yıl içinde IP TV’nin daha geniş kitlelere ulaşması hedefler arasında. Sadece televizyon teknolojisi olarak değil, yayıncılık alanında da gelecek birkaç yılın trend listesi başına IP TV’ler kurulacak.

İçeriksel trend

HD TV’lerin artmaya başlaması özelikle görsel açıdan izleyiciyi etkileyebilecek yayınların artışıyla fark edilecek. Dijital yayına geçen televizyon kanalları hızlı bir şekilde HD kanallarının içeriklerini zenginleştirecek. Bu durumu, trend olduğu kadar bir zorunluluk olarak da değerlendirmek mümkün.

İnteraktif programların özellikle yeni reklamlara imkân tanıması nedeniyle televizyon kanalları tarafından etkin bir şekilde kullanıma geçmesi hedefleniyor. IP TV üzerinden kullanıcılara farklı deneyimler yaşatmasına olanak tanıyan bu özellikler, IP TV’lerin penetrasyonunu arttırabilmek için de önem kazanıyor. Kumanda başında ki izleyiciye görüş sorma ya da canlı yarışmaya dâhil etmek sadece birkaç örnek.

3 boyutlu TV kanallarının sayısında ve program çeşitliliğinde artış gözlemlenmesi yine ön görüler arasında, ancak bu artışın TV üreticileriyle aynı oranda olacağını söylemek de zor. Tv kanallarından çok, özellikle görsel olarak dikkat çeken filmlerin 3 boyutlu versiyonlarının yeniden düzenlenip Blu-ray formatında yayınlanmasında hızlı bir artış yaşanacak. İlk yerli üç boyutlu yapımları bu yıl içinde görmek mümkün.

Yerli tematik kanal ve programlarda bir artış yaşanması artık trendden öte bir ihtiyaç haline geldi. Fakrlı tüketici kitlelerini yakalayabilmek, izle-öde sistemlerinde en doğru tüketiciye ulaşabilmek, reklam türlerinde de kategorizasyona olanak verdiği için bu yönelim güçlenecek. Zaten tüketici tarafında da bu yönde yaşanan eğilim, konuyu bir trend haline getiriyor. Sağlık, eğitim kanalları gibi birçok kanal yeni sezonda yayın hayatına merhaba diyebilir.

Pazarlama trend

Dizilerin yüksek izlenme oranları, seç izle ve kayıt etme teknolojileri, internetten program izlenebilme olasılıkları nedeniyle program içi ürün yerleştirme konusunda bir artış yaşanacak. Özellikle senaristlerle ortak çalışarak marka konseptiyle uygun ortamın program içinde yaratılıp, ürün tanıtımına olanak vermesi daha tercih edilen bir uygulama olacak.

IP TV’nin bu yıl giderek yaygınlaşacak olması ilk etkin reklam türlerinin oluşmasını sağlayacak. Kişi odaklı ve bölgesel reklamlar buna örnek. Aynı programı izlerken belirli bir şehir / mahelle üzerinde oturan kişilere farklı reklam izletilmesi denemelerini bu yıl içinde göreceğiz Dünya’da yükselen bu eğilim kuşkusuz ülkemize de yansıyacak. Bölgesel promosyonlar da yine IP TV’lerin olanakları arasında olacağı için örneğin, Beyoğlun’da IP TV izleyen birisine, Beyoğlun’da açılan yeni bir restorandın promosyonunu aktarmak mümkün olacak.

3 boyutlu TV kanallarının ortaya çıkması bu kanallar özelide 3 boyutlu reklamların yayınlanmasına olanak tanıyacak. Sinemalarda görülen 3 boyutlu reklamlar gibi, TV için 3 boyutlu reklamları da bu yıl içinde izlemek mümkün.

Digitalage dergisi Şubat 2011 sayısında yayınlanmıştır.

Thierry Mugler’den “Değişimin Anatomisi”

Fransız moda markası Thierry Mugler uzun süredir modanın hırslı çarkları arasında yağlanmayı bekleyen bir dişli gibi yarı paslı bir şekilde bekliyordu. Taa ki geçtiğimiz aylarda başlayan markayı canlandırma sürecine kadar... Marka için yenilik 2010 Eylül’ünde Nicola Formichetti’nin yaratıcı yönetmen olarak anons edilemesiyle başladı.

Formichetti, son dönemin en parlak moda editörü, stylistlerinden... Kendisini Lady Gaga için yaptığı deli dolu kıyafet seçimleri ve moda direktörlüğüyle gelen şanı sayesinde, aslında gayet yakından tanıyoruz. Thierry Mugler gibi modaya küsen ve uzun bir süre sadece parfümlere kanalize olan bir devi yeniden canlandırmak için yapılan ilk hareket, derin bir kesikle geldi ve markayı fazlalıklarından ayırdı. Artık markanın sadece Mugler ismiyle anılmasını isteyen Formichetti, eski ruhu geride bırakıp, Romain Kremer ile birlikte ilk kez erkek kolleksiyonunu görücüye çıkarttı. Yeniden dirilişi altın bir tepsi içinde sunmak oldukça da “sert” oldu. Yeni kreasyonuda bolca lateks, sıvı lateks, lastik ve deri gibi materyaller kullanıldı.

Markanın müzik direktörlüğü koltuğuna da büyük bir jestle Lady Gaga yerleştirildi. Gaga, yeni albümünün en yeni şarkılarından birisinin remiksini de (I don’t speak German) defile için cömertçe yayınlamaktan çekinmedi. Projenin bu kadar ses getiremesine neden olan konulardan birinde de kuşkusuz bir lady parmağı da var.

Formichetti, yakından takip ettiği moda evreninde özellikle farklı isimleri ve genç yetenekleri keşfedip projelerine dahil ediyor olması çalışmalarını farklılaştırıyor.

Paris defilesiyle görücüye çıkan kolleksiyon için sadece webde yayınlanan bir tanıtım videosu hazırlandı. Bu videonun baş karakteri de Rico... Rico, Kanada’da yaşayan zombi filmerinin baş karakter oyuncusu gibi görünen bir “dövme” tutkunu. Kreasyonun konseptine tam olarak uygun yapısıyla Rico, defilenin görsel bütünlüğünü tamamlamak için biçilmiş bir kaftandır. Tabii Nicola bunu Facebook’da gezerken görüp büyülendiği sayfasını görünce fark eder. Kendisiyle hemen arkadaş olur ve yazışmaya başlar, Paris defilesine davet eder. Ne var ki Rico’nun pasaportu o süreye kadar çıkamayacaktır. Paris’e gitme hayalleri yıkılsa da bay yaratıcı Nicola hemen Montreal’e uçar ve gerekli görüntüleri Kanada’da kayıt eder daha sonra Paris defilesi görüntüleriyle kurgulanıp tanıtım videosu yaratılır. Rico’nun bu denli önemli olmasının nedeni de kendisinin markanın yeni ruhuna onikiden uyum sağlayacak bir karakter olması. Formichetti’nin deyimiyle içinde ki dünyayı dışarı yansıtan, aslında içi dışı bir ve başkaldıran birisi olması. İlk bakışta body painting gibi gelen görseller sandığınız aksine aslında tamamen gerçek dövme.

Mariano Vivanco yönetmenliğinde çekilen video sanal dünyanın en çok izlenen ve ses getiren çalışmalarından bir tanesi olmayı başardı bile. “Rico G-Zombie”nin şaşırtan görüntüsü, Nicola Formichetti’nin yeni yorumu ve Gaga’nın merak uyandıran şarkısı eşliğinde Mugler kozasını deldi.

“Değişimin Anatomisi” ismini taşıyan proje, adından da anlaşılabileceği gibi markanın Anka misali küllerinden yeniden canlanmasını sağladı. Thierry Mugler zamanı yakalama konusunda geçirdiği değişimle, takvimlere yenilen tüm markalara hoyrat bir manifesto yayınlamış oldu.

brandroom.blogspot.com sitesinde yayınlamıştır.


Reklam İzmir’le başlar


Ülkemize matbaa 300, gazete 250 reklamcılık da 200 yıl sonra gelmiştir. Bunun en büyük nedenlerinden biri batı toplumlarının yaşadığı sosyal değişim ve olayları Osmanlı Devleti’nin yaşmaması ya da farklı şekillerde etkilenmesi oluşturmakta. O dönemlerde yaşanan olayların genelini değerlendirebilmek için genel sosyal yapıya bir göz atmak gerek. Özellikle de İslam’ın Osmanlı üzerinde ki etkisini, sosyal ve ticari yaklaşımlara yansımasına göz atmalı.

Avrupa’da reklamcılığın gelişmesinin en önemli nedeni serbest piyasa ekonomisi… Batı ülkelerinde yaşanan sanayi devrimi toprakla uğraşan Osmanlı halkını derinden etkileyemediği gibi tüketim kavramını da şekillendirdiğini söyleyemeyiz. Kazanmak ve harcamak arasındaki ilişkinin katlanarak artması birçok şeyi hiç olmadığı kadar değiştirir. Reklam kavramı da hiç olmadığı kadar atağa geçer. Önceleri haber verme işleviyle yetinebilen reklamlar baş tacı haline gelmeye başlar. Üretilenin tanıtılması ve övülmesi kısaca daha çok kişiye ulaşabilme isteği reklam içinde şekillenmelere neden olur. Tabi durum bizde pek bu şekilde seyir etmez. Osmanlı dünyasında bu etkilerin görülemeyişinin temelinde İslam vardır.

İslam inancına göre bir kişinin kendini övmesi hoş karşılanmaz. Bireysel zenginlik ve fakirlik olguları doğal kabul edilirken, israf haramdır. Gümüş tabaklardan, ipek giysilere kadar çoğu tüketim ürünü ve ziynet eşyaları haram kabul edilmekte ve göz ardı edilmektedir. Özellikle o dönemlerde ki Hıristiyanlık ve Yahudilik dinlerinde görülen maddi temelli problemlerin yaşanmaması için bu konularda hassas kurallar vardır. Bu durum da toplumsal yapıyı şekillendiren etmenlerden birisidir. Toplumsal yapı üretim ve tüketim ilişkisinde şekillenmelerin olmasına neden olmuştur. Böylelikle reklam olgusu ilk olarak Osmanlı içinde ki gayrimüslimler arasında çıkarken ilk reklam örnekleri ilan formatında ve bilgilendirme amaçlıdır. Oldukça uzun bir sürede ürün reklamları ürün hakkında uzun ve detaylı bilgi veren bir formattadır.

Matbaanın gelişmesiyle beraber Avrupalılar belli başlı Osmanlı eserleri ve Kuran’ı Avrupa’da basarak Osmanlı pazarına sürmeye çalışır. Dini içerikli olanların dışındakilere izin verilmesi ürün çeşitliliğinin artmasına neden olur. Bu ortam ürünlerin tanıtılması konusunda ihtiyaç yaratır. Osman’lı devletinde gazete bulunmadığı için el ilanı bir zorunluluk olarak ortaya çıkar. El ilanlarının uzun süreler saklanamaması nedeniyle bu faaliyetler konusunda detaylı bilgi mevcut değil ama Edhem Eldem’in bulduğu belge şimdilik Osmanlı Devletinde yayınlanan ticari nitelikli ilk el ilanı sayılmakta. 17. yüzyılın ikinci yarısında ya da 18. yüzyılın ilk dönemlerinde basıldığı düşünülen ilan Venedik’de basılmıştır. İlan “En ala Altunbaş Tiryak” isimli baş ağrısından vebaya kadar birçok faydası olduğu söylenen bir macunla ilgili. 19. yüzyılın ikinci çeyreğine kadar el ilanları sınırlı kalmıştır. Çünkü içeriği ne olursa olsun Arapça harfli yazılan her şeyin kutsal sayılması ve baş hizasından yukarıda bir yerde bulunmasının gerekliliği el ilanlarını derinden etkilemiştir.

Osmanlı toplumunda gazetenin rolünü ilk öğrenenler elçiler olmuştur. İkamet elçilikleri olmadığı için Avrupa’ya 8-10 yılda bir savaş zamanları giden elçiler gazeteleri siyasi bir haber aracı olarak görmüşlerdir. Ticari işlevini ve reklam aracı olarak görme ihtimallinde doğal olarak olmadığını söylemek gerek. Osmanlı topraklarında ilk gazete Galata bölgesinde yaşayan Avrupalılara yönelik olarak Fransızca yayınlanmıştır. İçerik nedeniyle ticari anlamda bir ilan görmek mümkün değildir. Daha sonra Fransızlar 1797 Korfu’da Türkçe ve Rumca, 1798 yılında da Mısır işgali sırasında propaganda ilanları dağıtınca Osmanlı mecburi olarak siyasi ilan basmaya başlamıştır. Bu ilanlar Fransız, Arapça ve Türkçe basılmıştır. Bu hareket Tanzimat’ın ortaya çıkışını hazırlayan olaylardan bir tanesidir.

Osmanlı topraklarında reklam içeren ilk gazete Fransızlar tarafından İzmir’de çıkarılan Spectateur Oriental olmuştur. Marsilya Ticaret Odası ile ilişkisi bilinen tüccarlar tarafından Ege ve Batı Anadolu ticaretini tanıtmak amacıyla yayınlanmıştır. İlk sayısı 24.03.1821 tarihinde bir sigorta şirketi temsilcisinin atandığını belirten ilk ilan yer almıştır. Daha sonra Avrupa savaşları ve Yunan ayaklanmaları nedeniyle Spectateur ve Courrier de Smyrne’de yerel haberler ve ilanlar dışında reklama rastlanmamıştır. Bu gazetelerin çok az sayıda ki baskısı günümüze kadar gelebilmiştir. Journal de Smyrne’nin 1836 yılında yayınlanan iki sayısından bazı reklam örnekleri şöyledir; Turistler için “Pension Suisse”, pasta fabrikası, bir İngiliz piyano dersi veriyor, bir Fransız’ın yönettiği pastane ve fırın, Fransa’dan gelmiş çiçek tohumları, satılık ve kiralık evler, muhasebe defteri tutma usulü, Fransız Robert tüfekleri, İzmir’de gravür ve baskı yapan matbaa gibi.

İstanbul’ karşın ilk ilanların İzmir’de çıkmasının en büyük nedeni İstanbul’un başkent olmasıdır. Başkent olarak İstanbul daha sıkı kontrol altındadır. İzmir, Rum basınının, Fransız gazetelerinin etkisiyle reklam yayınlama yollarına giriştiği görülmektedir.

İzmir’li Rumca gazeteler arasında ki Amaltia bir eczacıdan düzenli olarak reklam almayı başarır. Naneli hap reklamının bir kere ilan verince sürekli yayınlanacağını düşünen eczacı, düzenli para vermesi gerektiğini öğrendiğinde neyse ki olumsuz yanıt vermez ama gelen para gazeteyi yaşatmaya yetmez.

Diğer bir gazete Mnimosini bir satırı bir kuruştan ilan almaya başlar. İlk ilanları da bir patatesçi ve eski dükkânını kapatıp yeni bir dükkân açtığını söyleyen bir tüccarla ilgilidir. İlanda saygıdeğer İzmirli müşterilerini orada beklediğini söyler.

Daha sonraları Vekayi-i Mısriye, Takvimi Vekayi ve en sonunda Ceridei Havadis ile Türkiye’de ki gazete ve ilan kavramları şekillenir. 01.08.1840 tarihinde yayına başlayan Ceridei Havadis ile ülkemizde ki ilancılık faaliyetleri bilinçli olarak başlar. Ceridei Havadis gazetesinin kurucusu William N. Churchill’dir. İngiliz’dir ve İzmir’e yerleşmiştir. İzmir’de evlenip İstanbul’da Amerikan elçiliğinde çalışmaya başlar. Ticaretle ilgilenir. İzmir’in o zamanlardan gelen özgür, güçlü ekonomik ve sosyal yapısı ve orada başlayan reklam kıvılcımları kuşkusuz Churchill’in karakterini ve beklentilerini de etkilemiştir. En önemlisi ise kuşkusuz İzmir’in her zaman kilit rolleri üstlenmesindedir.

Kaynakça: 1840 – 1940 Reklamcılığımızın ilk yüzyılı – Reklamcılar Derneği

Ege TIME dergisinde yayınlanmıştır.

“Seksten bile güzel!”


Sex And The City’nin takıntısı, Madonna’nın seksten daha güzel ve daha uzun diye tanımladığı giyilebilir heykeller Manolo Blahniks.

Sex And The City dizisinden unutulmaz bir sahne; Carrie Bradshaw (Sarah Jessica Parker) lezzetli bir yemek sonrası Soho’dan ayrılırken New York’un ihtişamlı ışıltısında kaybolur. Arka sokaklarda ilerlerken sürdüğü YSL rimel ve Gucci farlar, korku dolu gözlerini saklamaya yetmez. Birden bire korktuğu şey olur ve dona kalır. Bir yan kesiciyle göz göze gelmiştir. “Lütfen efendim” diye yalvarır. “Fendi çantamı alabilirsin. Saatimi ve yüzüğümü de alabilirsin. Ama Manolo Blahnik’lerimi alma!”

Yeniçağın son vebası, kadınlar kadar erkekleri de vurmayı başarmış durumda. Çanta ve ayakkabı konusu bir ihtiyaçtan, bir lüksten öteye ilerleyip bir fetiş, tutku ve hayatın anlamına dönüşmüş durumda. Bu akıma kapılırsanız eğer ayakkabı ihtiyaç kavramını aşıyor. Kısa süre içerisinde yeni bir odaya ihtiyaç duyacak kadar çok ayakkabınız olabilir. Yeryüzünde ki bu cenneti yaratmanın en iyi yolu ise Manolo Blahnik’in tasarımları.

Carrie’nin şanssız gün sonunda, yankesicinin sadece Manolo Blahnik’lerini çalıp başka hiç bir şeye dokunmaması da trajediden öte markanın büyülü ekseni hakkında fikir veriyor. Bu çekim gücüne herkes kapılabilir. Herkes derken tabi ki hayranlık kısmını kast ediyorum. Yüksek fiyatı nedeniyle kendisinin ulaşılması zor bir yıldız konumunda olduğunu belirtmek gerek. Bu yıldızı yaratan da markanın aynı adlı dahi tasarımcısı Blanik.

Manolo Blahnik 1942 yılında Kanarya adalarında doğduğunda ilham veren bir cennetin içindedir aslında. Çek asıllı bir baba ve İspanyol bir annenin yüksek zevkleri, moda tutkuları ve seyahat aşkları bu cennette buluşunca ortaya Manolo gibi bir kokteyl çıkıyor. Annesinin daha o zamanlarda ki ayakkabı merakıyla yerel ayakkabıcıların yolunu aşındırması normal olabilir. Onları ikna edip kendisine sandalet yapımını öğretmelerini sağlaması ise kuşkusuz daha akıllıca bir hareket. Öyle ki annesini iş yaparken izleyen Manolo’nun yüksek zevkleri de böyle şekilleniyor.

Blahnik diplomat olması umuduyla Cenova’ya siyaset okuluna gönderilir. Ama o bir dönem içinde mimari bölümüne geçer. Zaman içinde sanat tutkusunun farkına varır ve Paris’e sanat okumaya gitmeye karar verir. Saint German’da vintage giysiler satılan bir dükkanda çalışır. Sonrasında babasının İngilizce öğrenme tavsiyesiyle Londra’ya taşınır. 1971 yılında New York’da iş bulma umuduyla Amerika Vogue dergisinin editörüne bir portfolyo hazırlar. Arkadaşı Paloma Picasso sayesinde tanıştığı editörün tasarımları hayretle incelemesi sonucu akılcı bir yorum alır. Editör, “kendi ayakkabılarını yapmalısın, çizimlerin aksesuarların çok güzel. Git ve ayakkabı yap” der. Londra da ayakkabı üretim serüveni böylece başlar. Şanslıdır ki bütün Vogue dergisi editörleri tasarımlarına bayılır. Kısa süre içerisinde ilerleyen başarısı ona New York’da bir mağazanın kapılarını da açar. Sürekli ayakkabı teknikleri üzerinde çalışır ve şık bir avantgarde görünümü sonsuza kadar giyilebilecek bir sağlamlıkla buluşturmaya çalışır. Fazlasıyla başarırda… Öyle ki, Londra Royal College of Arts’da fahri doktora ünvanını alan "Manolo", ismini pahalı ve güzel ayakkabılar için kullanılan bir terim haline getirir. John Galliano, Christian Dior ve Oscar de la Renta gibi isimler içinde ayakkabılar yaratan Manolo moda dünyasında kendi ismini duyurmanın yanında ayakkabı fenomeninin gelişmesine de katkı sağlar.

Hiçbir eğitim almamasına rağmen bir heykeltıraş gibi ayaklara en uygun şekli inceler ve deneyimlerini çoğaltır. 90’lar sonunda Blahnik, ünlü moda yazarı Colin McDowell ile konuşmasında şöyle der: “Ayakkabı ve sanat konusunda 20 yıldan fazla bir süredir çalışıyorum. Her yöntemi biliyorum. Ayakkabının kenarlarını nasıl kesmem gerektiğini biliyorum. Ayak parmak çizgilerinin de sakladığı gizli seksiliğin farkındayım. Sadece ilk iki ayrımı göstermeniz gerekli. Ökçelere gelirsek… Bir denge sorunu olmasına rağmen 12 santimetre yükseklik güvenli hissettirmeli. Bu nedenle her topuğu kendime göre tam istediğim gibi olana kadar, önce makine ile yontuyorum sonra elimle, keski ile şekil veriyorum.”. O yıllarda bile ayakkabılarıyla kendisi ilgilenen dahi tasarımcı şimdilerde otuzuncu yılını aşmış olmanın getirdiği mutluluğu kutluyor. Londra Tasarım Müzesi’nde moda hayranlarının karşısına çıkan tasarımlar aslında yıllardır Hollywood yıldızları tarafından yakından takip ediliyor. Bu giyilebilir heykeller ise artık Türkiye’de.

John Galliano, Christian Dior ve Oscar de la Renta gibi isimler içinde ayakkabılar yaratan Manolo moda dünyasında kendi ismini duyurmanın yanında ayakkabı fenomeninin gelişmesine de katkı sağlar. Madonna’nın “seksten bile iyi” olarak tanımladığı ayakkabılar ilk olarak Harvey Nichols’da satışa çıkacak. Markanın Türkiye’de bir mağaza açmak istediği de gelen haberler arasında. Fiyatları 500 dolardan başlayan tasarımların müdavimleri arasında Kylie Minogue, Jennifer Aniston, Sarah, Jessica Parker, Victoria Beckham, Kate Moss, Naomi Campbell ve sıralamakla bitmeyecek birçok isim bulunuyor.

Sex And The City dizisi sayesinde özellikle Amerika’da herkes tarafından bilinir bir zevk nesnesi haline gelse de başarının kuru gürültü ile gelişmeyeceği de gerçek. Her bir ayakkabısını sanat eseri tarzında önem verip yalnız başına çalışan Manolo, küçük tasarımlarına harcadığı zamanı şimdilerde zirvelerde geçirerek dengeliyor.

Son tasarımlarında alışıldık topuklu ayakkabılardan uzaklaşan Blahniks farklı bir çizgi yakaladı. Ayak gibi yüz ölçümü küçük bir alanda harikalar yaratan tasarımcı üretkenliğin bitmeyeceğini de kanıtladı. Müzede sergilenmeye değer bir eser ya da ünlülerin imrenilen ayakkabıları… Her şekilde değerli bir aksesuar olduğu kesin.

Aranızda obsesif ayakkabı tutkunları varsa Manolo Blahniks’in İngiltere Bath’de ki evini bulmaya çalışsın. Zira kendisi evinde yaklaşık 10 bin ayakkabı ile vakit geçiriyor.

Akşam Gazetesi, Brunch ekinde yayınlanmıştır.